60 yıl önce Çuhacı Han’da çırak olarak kuyumculukla tanışan deneyimli sadekar Garbis Karabet Kürkçü, meslek hayatını Zincirli Han’da sürdürüyor. Yarım asrı geçen deneyime rağmen henüz ‘Usta’ olmadığını vurgulayan Kürkçü, “Ustalar, sanatlarını devam ettirebilecek ve kendilerini ispatlayabilirse mesleğin geleceği hakikaten parlak. Çünkü, el emeğiyle yapılan mücevherler, gün geçtikçe daha popüler olacaktır.” dedi.
Kuyumculukta usta kime veya kimlere denir?
Ustayım demek kolay değildir. ‘Karekin Köstek’ isminde müthiş bir ustam vardı. O derdi ki; ‘Elle haç yapmak çok zordur. İşte, onu yaptığın zaman ustasın. Ben, bile yapamıyorum.’ derdi.’ Tabii ki biz de usta değiliz.
Siz kendinizi ne zamandan beri ‘Usta’ olarak tanımlıyorsunuz?
Hayır, daha usta olamadım.
Usta olmak için kaç yıl geçmesi gerekiyor?
Biz, alaylı yetiştik. Teknolojiye ayak uydurmak zaman istiyor. Her hafta, her ay yeni şeyler öğreniyorsunuz. Usta olmak bir süreç ve birikim konusudur.
Ustanızdan öğrendiğiniz en kıymetli şey neydi?
Ustam, çıraklığımda beni bir yere gönderdi. Geri döndüğümde biraz geç kalmıştım. Bana, ‘Öyle bir şey yaptım ki hayatın boyunca öğrenemeyeceksin.’ dedi ve konuyu kapattı. Kapalıçarşı’da ustaların bir disiplin şekli vardı. Sabah erken gelirdik; ama paydos saatimiz belli değildi. Şimdi de gençler, saat 18.00’de işi bırakıyorsa 17.30’da hazırlanmaya başlıyor. Usta, bize ne zaman paydos et derse o zaman işi bırakırdık. Meslekte yetişmek için bu disiplin şart. Bugün, bilgisayar çiziminde verim almak için de sadekarlığın öğrenilmesi şart. İyi bir sadekar olmadan bilgisayarda bu iş yapılamaz.
Sizin için en güzel yıllar hangileriydi?
En güzel yıllar, son yıllardır. Çünkü, son 5-10 yıl içerisinde ustalığımı daha çok hissetmeye başladım. Çarşı’da usta olmak için askerliğe kadar çıraklık/kalfalık, sonrasında ustanızdan bir icazet aldığınız zaman ufak bir tezgahla işe başlıyorsunuz. Kapalıçarşı, bu anlamda güzel bir sınav alanıdır. Ustanızda bıraktığınız intiba ve esnafta bıraktığınız izlenim sırayla gelir. Piyasada ne zaman ki kişiliğiniz (tabiatınız) kanıtlanırsa ardından sanatınız başlar.
Ustalığın ve sanatkarlığın gelecek kuşaklara iletilmesi için neler yapılmalı?
Türkiye, bu meslekte güzel bir ülkedir. Bu daha çok büyük firmaların gerçek marka olması ve ustalara destek olmalarıyla olacaktır. Günümüz şartlarında tek başına ustaların kendilerini ispatlaması çok zor. Meslek olarak geleceğimizi çok parlak görüyorum. Ustalar, mesleklerini devam ettirebilecek ve kendilerini ispatlayabilirse hakikaten parlak. Çünkü, el emeğiyle yapılan mücevherler, gün geçtikçe daha popüler olacaktır.
Türkiye kuyumculuk sektörünün bugünlere gelmesinde usta-çırak ilişkisinin rolü hakkında neler söylemek istersiniz?
Yeni nesil, üniversite bitirmiş, lisan biliyor. Yeni jenerasyon, eğer ustayla kendini kaynaştırırsa önleri açıktır. Şimdi tasarımcılar çıktı. Tasarım ayrı, tasarımı hayata geçirmek ise apayrı bir şeydir.
Meslekte ustalık biterse, Türk kuyumculuğu nasıl bir şekil alır?
Bu topraklarda öyle medeniyetler geçti ki onların her birinden ayrı bir şey çıkar. Ustalık bitmez yeter ki insanlar görmek istesin. Usta, farklı görür zaten… Ara Güler, fotoğraf çekerken bir medeniyeti bulmuş. Sanatkar farklı görür ve Türkiye’de o kadar fazla ki inanılmaz bir birikim var.
Yüksek katma değerli üretimde ustalığın önemi nedir?
Çok ciddi rolü vardır. Firmalarımız, marketing şeklinde çalışıyor; ama stratejileri o. Çünkü, Türkiye’de gelir düzeyi o seviyeye çıkmış değil. Markalar, özel günlerde vatandaşın alacağı fiyat aralıklarıyla reklam veriyor.
Müşterileriniz arasında ünlü simalar var mı?
Var; ancak isim vermek istemiyorum. Türkiye’nin belli başlı aileleri ve ülkemizin irtibatta olduğu ülkelerden aileler var.
Müşterilerinizle yaşadığınız ve paylaşmak istediğiniz ilginç anılar var mı?
Çırağan Oteli’nin yapılışında görev alan bir mühendisimizin referansıyla İngiliz/Alman bayan müşteri, Kolombiya’dan aldığı üç zümrüt taşı, üç kızına yüzük yapmak için gelmişti. Örnek olsun diye yüzüğün birini yaptık. Mıhladık ve geceleyin her zaman yaptığımız gibi renkli ispirtoya attık. Sabahleyin bir baktık ki zümrüt bembeyaz. Müşterimiz, geldi, tabii ki gördükleri karşısında şok oldu. Tesadüfen elimde bir zümrüdüm vardı. Müşteriye; ‘Bunu size vereceğim; ama bir şartım var.’ dedim. Zümrütleri aldığınız yere götürmenizi istiyorum. Çünkü, ‘Tinta’ denilen bir olay vardı. Eski ustalar, zümrüdün dibini boyar ve renk verirlerdi. Yağa yatırır, damarları doldururlardı. Hiç unutmam, aradan iki yıl geçtikten sonra bayan müşterimiz, özür mahiyetinde o iki zümrüdü yeniden bize yolladı.